Yalova seçimlerini düşündükçe, efsaneleşmiş kovboy filmi, İyi-Kötü-Çirkin’in final sahnesi geliyor gözlerimin önüne…
İyi, Kötü ve Çirkin, mezarlıktaki meydanda bir üçgen oluşturup uzun uzun süzerler birbirlerini, herbiri kimin kendisini hedef alacağını anlamaya çalışır…
Literatürde İspanyol Çıkmazı veya Meksika açmazı denir bu duruma…
Esas sürpriz ise kötü öldükten sonra çıkar ortaya…
İyi yani Clint Eastwood daha önceden boşaltmıştır Çirkin’in silahını…
Yani İyi’nin hedefinde olan Kötü ile silahının boş olduğunun farkında bile olmayan Çirkin’dir asıl Meksika Açmazını yaşayanlar…
Ucunda ölüm gibi geri dönüşü olmayan bir durum yok elbet…
Ama CHP’nin Yalova’daki hali ne yazık ki böyle…
Üçgenimizin bir tarafında Yalovalı’dan daha çok Türkiyeli’nin sahip çıktığı Muharrem İnce, bir tarafında seçildiği günden beri yaptığı hatalar ile kendisinin ve partisinin puan kaybetmesine neden olan Belediye Başkanı Vefa Salman ve bir tarafında ise her seçime girerken başarısızlık şansımız yok diyip, seçimden sonra hiç bişey olmamış gibi yoluna devam eden mevcut CHP Genel Merkezi…
Bu açmazda kimin, kimin silahını boşalttığı veya kimin meydandan çekilip kimlerin kalacağı yönünde tahmin bile yürütemez haldeyiz…
Herkes tabi ki durduğu yerden ve baktığı açıdan bişeyler söylüyor…
Ama bence önemli olan silahının boş olduğunun farkında olmayan tarafın hangisi olduğu…
Tüm ilçe ve belde belediyelerinde Kimlerin Aday olacağı hemen hemen belli iken geçen dönem tekrar seçim ile kazanılan bir şehrin belediye başkanı adaylık meselesinin bu denli karmaşık ve içinden çıkılamaz bir hal alması ise benim gibi net düşünmeye çalışanların asla anlayamayacağı bir durum…
Bir aday düşünün ki (Eğer aday gösterilirse) ülkenin ana muhalefet partisinin adayı olduğu halde arkasında örgütünün gücü olmadan kampanya yürütecek…
Veya bir başka aday düşünün ki yönetmeye aday olduğu şehrin Belediye Başkanı kendi partisinden seçilmiş olduğu halde onun yaptıklarını eleştirmek durumunda kalacak…
Ne diyelim ki…
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hepimizi yanıltan Yalova bu seferde yanıltır mı acaba diyip beklemekten başka şansımız yok galiba…
Bir diğer mesele ise aslında sadece Yalova özelinde değil tüm memleket için geçerli olan yalancıktan demokratlık meselesi…
Mecliste grubu bulunan hiçbir parti bu seçimlere ön seçim yaparak gitmiyor…
Bırakın üyelerinin seçtiği belediye başkanları ile yola çıkmayı, halkın seçtiği belediye başkanlarını istifaya zorlayıp, hiç değilse bu seçimlere kadar yola devam etmeye bile tahammülü olmayan partiler varken, seninki de laf mı diyeceksiniz ama…
Yalova örneğini göz önünde bulundurursak en etkin ve demokratik çözümün ön seçim olduğu da tartışılmaz bir gerçek…
Ayrıca muhalefetin eleştirdiği zihniyetten bi farkı olmalı değil mi…
Belediye Başkanı, İl ve Belediye Meclis üyelerinin ön seçimle belirlendiği bir ortamda seçime girmek…
Ne hoş bir rüya…
Genel Merkez Kontenjanları yetmezmiş gibi bir de adaylığı kesinleşen belediye başkan namzetlerinin kendi yörelerinde kadın kotası, gençlik kotası gibi ilkesel öncelikleri göz ardı ederek tamamen kendi bakış açılarına göre uyguladıkları kontenjanlar var ki bu tavır, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor…
Yalova örneğimiz üzerinden devam edecek olursak…
Aslında partilerinin adeta hamallığını üstlenmiş hiç kimse ile sorunu veya çıkar ilişkisi bulunmayan, maksadı sadece ve sadece şehrine,ülkesine ve partisine fayda sağlamak olan ama aday kim olursa olsun o listelere seçilebilecek bir sıradan giremeyecek bir sürü güzel insan heba oluyor her seçim döneminde…
İster Genel Merkez, ister belediye başkan adaylarının kontenjanlarına giremeyen ama yine de partisine küsmeyip amatör bir ruhla kapı kapı dolaşan arkadaşlara selam olsun…
Çünkü bence esas takdire şayan olanlar onlar…
Bir fikri, bir şehri ve bir ülkeyi sevmek bu olsa gerek…
Geçen yazımda, resmen olmasa da seçim sath-ı mahalline girdiğimiz şu zamanlarda, ülkemizde ve yöremizde meydana gelen ama üzerine konuşmamıza bile fırsat kalmayacak olgulardan söz etmiştim elden geldiğince…
Ammmaaaaaaaa….
Bu topraklar üzerinde yaşayan her insanın; değil seçim, savaş olsa, doğal afet olsa hatta kıyamet kopsa dahi unutmaması gereken, saygı ve onur ile taşıması gereken BÜYÜK VE HEP BÜYÜK kalacak olguları olmalı…
Bu olguların en önemlilerinden biri bizler için tabii ki Mustafa Kemal ATATÜRK…
Bu hafta hepimizin bildiği gibi 10 Kasım Atatürk’ü Anma haftası…
Her 10 Kasım’da eksikliğini biraz daha hissetiğimiz, öngörüsüne ve dehasına bir kez daha hayran kaldığımız Büyük Atatürk’ümün aziz hatırası önünde saygı ve hasretle eğiliyorum…
Değersizleştirilmeye çalışıldıkça kıymetlenen ve saldırılara uğradıkça güçlenen bu büyük insanın hangi şartlar altında neler başardığını anlamak için, gelecek üzerine yaptığı tahlillerin ne kadar başarılı olduğunu tespit edebilmek için ve bugünden bakıldığında hataymış sanki denilen bir sürü devrimi nelere göğüs gererek yaptığını kavrayabilmek için düşünerek geçirin bu 10 Kasım’ı sanırım o zaman anlayacaksınız ne demek istediğimi…
Selam ve Saygı ile…